28 Şubat 2009 Cumartesi

Dakika 20 sularında....


Yeni teknik direktörle maça çıkan takımlar genellikle kazanıyorlar. Galatasaray'da da sezonun en hayati maçı öncesi teknik direktör değişikliği oldu, e biz de istatistiklere hiyanet etmedik. Şimdi son bir hafta içinde kimin zihninde neler vardı? Üç daldan gidelim ve mümkün olduğunca objektif olalım.

Strateji- Bir kurumda en üst birim hangisiyse o belirler genel stratejiyi. Galatasaray'da Adnan Polat aktif olarak görev yaptığında strateji anlamında ilginç gelişmeler oluyor her daim. Mesela yanılmıyorsam Galatasaray tarihinde sadece 4 kez bir hoca sezonu tamamlayamamış ve 3'ü Sayın Polat'la doğrudan ilgili. Bu sene de bu gerçekleşti. Açıkçası Skibbe ne geldiğinde uzun vadeli bir plan yapılmıştı ne de gittiğinde yapıldı bence. Keşke Kaptan'ın geleceği ile ilgili herkes emin olabilse bazı şeylerden.

Şunu kabul etmek gerekir ki sezonun en önemli maçı öncesi Galatasaray'ı ve Türkiye'yi çok iyi tanıyan, daha da önemlisi efsane bir ismi getirmek, hırs, mücadele ve inanç anlamında müthiş bir kazanım sağladı takıma.

Taktik- Bülent Hoca, Cevat Baba ile kafa kafaya vermiş. Takımın üzerinde kendisinin de belirttiği üzere büyük bir taktiksel değişim yapmamış. Dengeli bir onbir. Kewell'i da muhtemelen "yanımda da bir silahım olsun" diyerek yedek başlattı. Fakat Kewell oyuna girene kadar ne yaptığını bilmeyen bir görüntü sergiledi diğerleri. Takımın 40. ve 70. dakikalar arası oynadığı akıllara zarar futboldan o da çok etkilenmiş olacak ki dokunmadı herhangi bir taşa. 3-3 ten sonraki değişiklikleri ise bence çok harika işlerdi.

Teknik- Bu bağlamda oyuncuları biraz bireysel anlamda inceleyeyim. Barış'tan başlayacağım. İlk 20 dakika ne kadar kötü oynadıysa son 70 dakika o kadar muhteşemdi. Gerçekten de Barış sağ çizgide değil orta sahada oynamalı, eğer yanında nerede duracağını bilen bir oyuncu varsa "içten yanmalı, dört silindirli" bu ciğerin çalışması hem müthiş işler ortaya çıkarıyor hem de diğer ciğerlere de bir mesaj niteliği taşıyor. Sabri müthiş oynadı denilebilir mi? Bence hayır. Sabri, benim o hiç haz etmediğim ve maalesef Türk oyuncularda sık rastlanan profile uygun bir oyuncu olduğunu, kanıtladı bir kez daha. Evet, maçı getirdi, çok müthiş bir mücadele sergiledi, bu kadar diken üzerindeyken bu denli ağır bir maçı kaldırabilmesi üstüne de maçın kahramanı olması güçlü olduğunu gösteriyor. Fakat tekrar tekrar aynı şeyleri yaşatıp, tekrar tekrar özür mü dileyecek jübilesine kadar? Arda Turan tüm Galatasaraylılarda olduğu gibi bende de ayrı yere sahip, fakat geçen hafta olanlar çok etkiledi beni. Umarım o yukarda bahsettiğim Türk oyuncu profilinde olmadığını kanıtlar zamanla ama tam tersini düşünüyor ve hissediyorum. Maçta neler mi yaptı? Ne yapmadı ki.... Gerçekten bu taraftarın bu futbolu her zaman beklemesi çok doğal çünkü Arda'yı dünya yıldızı olarak görüyor çoğu. O da psikolojik - sosyolojik etmenleri bir kenara bırakıp iyi bir takım oyuncusu olduğunu göstermeli bir an evvel. Emre-Meira-De Sanctis üçlüsü ile ilgili söze gerek yok. Varolsunlar. Son olarak Kewell... Maçta kafasında belirli bir strateji olan tek futbolcuydu.( Öyle ya sadece yönetimler ya da teknik kadronun mu stratejisi olur? Bu maç için özel hazırlandığı çok belliydi Kewell'ın.)

26 Şubat 2009 Perşembe

Duygularımız darmaduman, boşandı gözyaşları bize sormadan...


Adam akıllı bişeyler söyleyebilmek için en az 24 saate ihtiyacı olan sanırım sadece ben değilimdir. Etkisinden uzun süre kurtulamayacağımız bu inanılmaz "olay"la ilgili çok farklı hissiyatlar ve saha dışı durumlar söz konusu. Bir de, "olay" diyorum ama herhangi bir kelime yok kelime haznemde bu destansı 90 dakikayı tanımlayacak. Tamam, futbol bu yüzden güzel eyvallah, ama futbol ile ilgili terimleri bile yakıştıramıyorum böylesi bir duygu seline o yüzden "maç" demeye dilim varmıyor.)
Bilgilendirme amaçlı şunu da sıkıştırayım araya; bu blogta maçlarla ilgili taktiksel yorumlar olursa eğer, mümkün olduğunca maç öncelerinde eklenmiş olacaklar. Böyle kendimce bir amacım var, maç sonrası futbolun taktiksel yönünden ziyade, diğer faktörlerinden bahsetmeye çalışacağım.
Yarın boğazımda düğümlenenlerden bişeyler çıkarırım umarım. Ben böyle şey görmedim birader !!!

"YÖNETİM-FUTBOLCU-TARAFTAR" ama kaçar gram?


Geçen sezonun ikinci yarısında ortaya çıkan sinerjide rolü vardı mutlaka bu tezahüratın. Bence en anlamlı taraflarından biri klüpteki ideal hiyerarşiyi yansıtmasıydı.. Yönetim - Futbolcu - Taraftar dedik geçen sene. Denklemin üç ayağında da teknik kadro yok görüldüğü üzere çünkü o dönem herkes Galatasaray'ın hocasız yürüdüğüne inanmaktaydı. Peki mümkün mü böyle bir şey? Galatasaray'daki futbolcu grubu incelendiğinde sanırım cevap kendiliğinden ortaya çıkıyor: Evet, mümkün !!
Kocaeli maçından sonra bu değerlendirme daha anlamlı olacak sanki. İktidarda pay sahibi olmak anlamında futbolcular azımsanmayacak bir güce sahip Galatasaray'da. Belki de dünyada Milan'la birlikte bu konuda başı çekiyor Galatasaray. Neredeyse yönetim kadar güçlü futbolcular, özellikle geçen seneki şampiyonluk daha da perçinledi "erk"lerini. Son 10 ayda yaşananlara baktığımızda (gerçi aşina olduğumuz durumlardı bunlar) bunu net bir şekilde görebiliriz. Peki yönetim bu konuda ne yapıyor? Futbolcuya dayalı bu düzenin devamı işlerine mi geliyor? Yoksa uğraşıyorlar da başaramıyorlar mı? Tüm bunlar tartışmalı sorular sanırım. Taraftarın ise bildim bileli pek bir rolü yok klüp içerisinde, büyük kısmının da o taraklarda bezi yok zaten. Muhtemelen en sağlıklısı da bu. Sürekli başaramasalar da, taraftarın asli görevi olan Sami Yen'i cehenneme çevirme işini yapmaya çalışıyorlar. Ama Galatasaray taraftarının da bu iktidardan pay sahibi olmayı istediğini, bu uğurda birşeyler yaptıklarını biliyorum. (En fenası 19 Mayıs 2007'deki skandaldı sanırım. İşe yarayıp yaramadığı ayrı mevzu.) Neyse, futbolcu eksenli bu yapılanmanın faydalarını ve zararlarını başka zamana bırakayım, ve İstanbul'un diğer devlerindeki durumu değerlendirmeye çalışayım.



Beşiktaş'ta çevrim başa dönmüş sanki; Taraftar - Yönetim - Futbolcu desem çok yanılmış olmam. Özellikle Çarşı'nın yarattığı ortam bunu sağladı. Gerçekten çok çaba sarfettiler, zaman zaman müthiş işlere imza attılar, önemli mesajlar verdiler ama kabul etmek gerekir ki bol reklamlı, siyasi ve popülist olarak çıktılar bu noktaya. Sonuçta Beşiktaş tribünleri geçmişten beri klubün gerçek sahibi konumundalar ve güçleri tartışılmaz. Öte yandan Beşiktaş'tan tatsız sözlerle ayrılan çok futbolcuya rastlar olduk çünkü bir futbolcu için pek de hoş bir ortam bulunmuyor Beşiktaş'ta. İktidar veya güç sahibi olmak yaratılan ortamda imkansız onlar için. Yönetim ise taraftarı mı memnun edeyim, futbolcuyu mu derdinde. Ayrıca beceriksizliklerini (ya da başarısızlık diyeyim olmazsa) telafi etmek için çırpınmaktan iktidara sahip olacak fırsatı yakalayamıyorlar bir türlü sanki.


Fenerbahçe'de yönetimin (başkanın) gücü öylesine inanılmaz ki oluşan bu anti demokratik ortamda ne futbolcunun, ne taraftarın iktidardan nasiplenmeleri çok zor. Futbolcuya düşen; parasını tıkır tıkır almak ve bunun hakkını vermek ki önemli bir kısmı başka hiç bir klüpte bu kadar kazanamayacağının farkında. Taraftara düşen ise bol bol para harcamak ve şahane stadlarında ya da televizyon karşısında rahat rahat yıldızlarını izlemek. ("rahat rahat" ikilemesi çok oturmadı sanırım, bunca yatırıma rağmen.) Ama yine de taraftarın gerek " Benim Fenerbahçem" diyorum öyle de hissediyorum yaklaşımı, gerekse " O kadar para harcıyoruz kardeşim !! Reva mı bize bu kadar zulüm" diyerek statta ya da sanal alemde seslerini duyurması sonucu, derecelendirme şu şekilde oluşuyor bence: Yönetim - Taraftar - Futbolcu

24 Şubat 2009 Salı

"Ersun Yanal"vari bir hamle ...




Galatasaray Futbol Takımının içerisinden ideal ve dengeli bir on bir çıkarmak kolay mı sizce? Sakatlıklar olmasaydı da bu çok kolay olmayacaktı bence. Bülent Korkmaz'ın kadro tertibi merak konusu... Kendimce ihtimallerden bahsedeyim.

De Sanctis, Emre Aşık, Hakan Balta, Ayhan, M. Topal, Arda yeri garanti gözüken oyuncular. Meira'yı düşünmeyebilirdi Kaptan ama ilginç rotasyonlar ya da böyle bir maça Semih Kaya ile başlanması pek olası gözükmüyor, Meira da girecek yani ilk 11'ine Bülent Korkmaz'ın. Geriye kalan 4 oyuncu aslında sistemi ve oyun anlayışını da belirleyecekler.
Forvette Baros'dan vazgeçer mi? Karan'a Sabri ile birlikte destek çıktığı söyleniyor Kaptan'ın. Öyle olduğunu varsaysak bile Ü. Karan ya da Nonda'nın oynaması ancak Lincoln'süz bir 4-4-2 ile mümkün, Baros'un yerine tek forvet olmazlar herhalde. Baros da girdi takımımıza o zaman, yani Kaptan'ın 11'ine. Demek oluyor ki; Kewell, Sabri, Barış, Lincoln, Ümit, Nonda 6'lısından (Veli Efendi'de miyiz yahu?) sadece 3'ü oynayacak.
Sabri, Lincoln, Kewell oynadığında sağ açık sorunumuz oluşuyo, velhasıl Barış'ı da sağ açık olarak gördüğümüz maçlarda sağ kanat problemi çözülmüş olmuyor.
Bence yapılması gerekenler: Kewell 90 dakika boyunca sol açık olacağını bilerek maça çıkmalı, sağ kanat Barış ve Arda'ya emanet edilmeli ama geride olan Arda olmalı,(Arda hem Barış'tan hem Sabri'den daha iyi sağ bektir kanımca ayrıca Barış orta sahadan çok kopuk olmamalı, pres özelliğini sürekli kullanmalı ve Arda sağ koridordan en çok sorumlu olan olmalı. Bu onun için de -disiplin ve sorumluluk anlamında- iyi olacaktır.)

Özetle;

-Ümit, Sabri ve Nonda'nın sahada olmamaları hem kendileri hem tribünler için en sağlıklısıdır.

-Barış'ın çok kenarda kalması hem orta saha direncini düşürür hem de kenarda oynamayı bence iyi bilmediğinden çift yönlü zarar etmiş oluruz.

-Arda'nın açık oynaması, sezon boyunca olduğu gibi, Kewell'ın verimliliğini azaltır.

-Takımın hücum organizasyonları çoğunlukla Lincoln, Kewell, Baros üçlüsünün seri paslaşmaları üzerine kurulu olmalı, Arda doğru çıkışlarla rakibin sol kanadını zorlamalı.(Orta açtığında da Barış ve Sabri'nin ortaları gibi olmayacağı için tehlikeli olması çok muhtemeldir Arda'nın)

-Tabi Ayhan'ın ilk maçtaki gibi zaman zaman sola kayması ve hücuma verdiği desteğin yanında oradaki açıkları kapatması gerekiyor.

Sami Yen'deyiz çekirge !!!















Bir kere biletim yok bu maça, fena halde moralim bozuk.
Yeşil sahanın içerisi için öngörülerim şu şekilde:
Gourcuff'un gelmeyeceğini okudum az önce, bu durumda Diarra'nın yanında Fernando oynayacaktır orta sahada. Jussie ve Wendel ilk maçta da çok hızlı top getirmişlerdi yarı sahamıza fakat bu kez pas mesafelerinin 5-10 metre daha uzayacağını ve çok yer değiştiren iki forveti direk topla buluşturmayı deneyeceklerini düşünüyorum. İlk maçta kanatlardan seri, kısa paslarla gelmişler özellikle de duvar pasları ile defans dengemizi bozmaya çalışmışlardı. Bu kez forvetler topla buluştuğunda en büyük tehlike indirilecek toplarda orta sahadan sızabilecek Fernando'nun uzaktan şutları olabilir.( Ya da 18 civarında yapılacak duvar pasları.) Agresif ve dinamik bir orta sahanın Diarra - Fernando ikilisine üstünlük kuracağını düşünüyorum. (Ayhan, M. Topal, Barış üçlüsünün kaçı ortada oynayacaklar bilemiyoruz ama Lincoln'ün daha ilk maçtan kesik yemesi sürpriz olur. Ancak gerek içinde bulunduğu durum gerek kişilik yapısı itibariyle Lincoln'un silik kalması ve oyundan çıkması çok muhtemel.)
Galatasaray'da ise henüz kimin bu maça nasıl baktığını ve nasıl hazırlandığını, daha doğrusu gelişmelerden kimin nasıl etkilendiğini kestiremiyorum. Tek öngörüm yukarda belirttiğim üzere Lincoln ile ilgili. Tek emin olduğum şey ise Bordeaux'un daha önce Ali Sami Yen'e gelmediği...

Saha dışı ile ilgili ise iki büyük Galatasaraylının sözlerini hatırlamakta fayda var sanırım;

"Galatasaray'ın adının olduğu yerde her zaman umut vardır" Gheorghe Hagi

"
Galatasaray’ın suyunu içen herkesin önünde bir sonsuzluk var. Bu formayı giyen herkes, her zaman en uca kadar gitmek istiyor." Murat Özyer

Duruma inanmıyorum, neyine güleceğim...


Karamsarım...Sayın Sezgin, Sayın Feldkamp, Sayın Polat...Bu üç isim de belli karakter özellikleri bakımından Kaptan'la çalışmaya, daha doğrusu onun istediği ortamı hazırlamaya ne kadar razılar? Ben art niyetliyim sanırım. Ne yapayım kardeşim duruma inanmıyorum, neyine güleceğim?

23 Şubat 2009 Pazartesi

Formalarda bir klişe: # 3-Bülent Korkmaz-Biz de öyle


Korkmadan geldi şimdi.. Kaptanımız, canımız, ciğerimiz... Müstakbel efsanemiz mi acaba harcanmak üzere sırası gelmiş? Birilerinin kendini sıyırmak adına öne sürdüğü? Bunu zaman gösterecek. İftiralara, entrikalara dayanabilecek mi?
Madalyonun güzel bi tarafı daha var pek göreceğimizi tahmin etmediğim; Kaptanla Kadıköy yürüyüşü neleri değiştirir? Offf neler aynı kalır ki?
Kaptanım, sen Korkmaz'sın ama ben 10'un gibi seni de çok sevdiğim için, senin adına korkuyorum, elim kolum bağlı çünkü. Hiçbir platform yok çünkü ortada "Dokunmayın efsanelerimize !!!" diye haykırabileceğim. An geliyor kendi stadımda rahat ettirmiyorlar, bıraktım başka yerleri. Nasıl koruyacağım ki ben seni?

SENİ SEVİYORUM'UN ROMENCESİ NE Kİ?


Bakıyorum da hala Galatasaraylılar Hagi diyor tıpkı ben gibi.. Hagi bir başkadır bizim için çünkü... 10'u çok seviyorum ve artık maşa olmasını istemiyorum...

Açık ve net!!! Şimdi değil Hagi!! Doğru zamanı bekle, tüm t. direktörlük kariyerinde yapamadığını bu kez yap ve doğru zamanda doğru yerde ol... Adnan Sezgin, Kalli ve Hagi...Peh peh peh...Düşüncesi bile moral bozucu, sana göre değil şu an bu klup..

Kısacası SENİ HAK ETMİYORUZ PROFESÖR!!!

22 Şubat 2009 Pazar

VAN MİNİT !! Daha da bundan sonra 2.kaptan olmam...



Galatasaray'ın yenilgisiyle ilgili çok şey duyacağız bugünlerde.. Skibbe'nin yetersizliği, 3'lü savunma, yeterli antreman yapılmayışı, ekstra sakatlıklar, hocanın sezon içinde tabiri caizse dımdızlak bırakılması-istifaya zorlanması, federasyonla didişmeler, bordeaux maçlarından ilkinin yorgunluğu, ikincisinin zihinleri fazla meşgul etmesi vs.vs.

Fakat şu bir gerçek ki sadece Hakan Şükür'ü göndermekle futbolcuya dayalı düzeni değiştirmede çok başarılı olunacağını düşünmek hayalperestlik. Ayrıca kesinlikle "Kardeşim bu çapta kadro kuruyorsan aynı çapta hoca getireceksin" muhabbeti yapmayacağım. Skibbe çok yetenekli bir teknik direktör olabilir, inanırsın buna, getirirsin adamı fakat bir yıllık sözleşme yapmazsın. Hadi yaptın diyelim, yardımcılarını göndermezsin. Hadi gönderdin ve adam istifa etmedi, başına futbolcuların pek de sevmediği birini getirmezsin. Bu olayların tümü futbolcuyu futboldan başka şeyleri düşünmeye iter kanımca.

Zaten takımda başlı başına büyük bir problemin ortaya çıkışı engellenemedi, üstüne büyümesine de çanak tutuldu. Neydi bu kangren misali ortaya çıkan ve yayıldıkça ölümü kaçınılmaz kılan hastalık peki? Futbolcular arası çekişme mi desek adına, kaptanlık ya da liderlik sorunu mu desek bilmiyorum ama takım içi problemler olduğunu görmek çok zor değil.

Şöyle bir bu durumu irdelemeye çalışalım. Yazacaklarımın direk olarak olayın sebebi olduğunu iddia edemem sadece bazı su götürmeyecek gerçekleri ve fikirlerimi yazayım.

-Geçen sene takımı çoğunluğu Türk olan oyuncular şampiyon yaptı. Yönetim tehlikenin farkında olsa da düzenin köküne kibrit suyunu dökmek için yeterli hamlelerde bulunamadı .(Kariyerli bir hocayla uzun bir kontrat yapılması, kendisine önemli ölçüde yetki verilmesi, A. Sezgin'in görev tanımlamasının net bi şekilde yapılması gerekirdi. Hoş Skibbe'yi getiren de sayın Sezgin değil mi?)

-Hakan Şükür ister istemez takımın lideriydi ve kimsenin buna ses çıkartması söz konusu olamazdı ama kendi iradesi dışında takımdan ayrılmak durumunda kaldı Hakan Şükür geçen sezonun sonunda.

-Takıma 3 kaptan belirlendi. Bu 3 oyuncunun da kaptanlık vasıflarını ne kadar taşıdığı çok tartışılır.(Bu konuyu ayrıca yorumlamak gerek.) 3 oyuncunun da sahada olmadığı maçlar oldu ve bu maçların sayısı hiç de azımsanmayacak ölçüye ulaştı. Peki kimdi 4. kaptan? Sabri, Arda, Lincoln, M. Topal, Servet ??? Bugün mesela sahada Lincoln varken Servet taktı bandı, oysa Berlin'de Lincoln'deydi bant, Arda'da zaten olmazdı çünkü kendisi bunu hem söylemiş hem de bir başka maçta saha içinde kendine gelen bandı başkasına yönlendirebilmişti. Sabri de sahadaydı bugün, o da daha evvel 4. kaptan olarak gördüğümüz biriydi tıpkı M. Topal gibi..

Neyse daha da uzatmayalım, kısacası futbolcuya dayalı düzen ,beklendiği üzere, müthiş bir çöküş yaşadı bu sezon. Çözümü bence birilerinin gönderilmesi ekseninde olmamalıdır. Yoksa bu iş birkaç futbolcuyla başlar, Skibbe, A. Sezgin derken Başkan A. Polat'a kadar gider. Akıllı ve stratejik bir planlama gerekli tek amacı günü kurtarmak olmayan. Hatta geleceği günden daha değerli kılıp ilk etapta onu kurtaracak.

15 Şubat 2009 Pazar

Yedi kere bile sektiremedin, Yazıklar olsun !


" Kardeşim 58 dakikada 7 gol at, yeter ki top sektirme karşımda; rencide oluyorum, küçük düşürülüyorum, gururum inciniyor yahu!!! "
Fenerbahçe yedinci golü attığında zevkten dört köşeydim inanır mısınız? Eeee "Dinsizin hakkından imansız geliyor" görüldüğü üzere...