8 Ağustos 2009 Cumartesi

Gençleri keşfetmek mi kazanmak mı?


"Frank Rijkaard gençlere önem vermez, zaten Messi de Iniesta da o gelmeden önce A takıma çıkmışlardı ve ne kadar yetenekli oldukları ortadaydı." Bu yorumlar yapıldı Rijkaard hakkında. Alt yapıdan kendisi çıkarmamış bile olsa elindeki gençlerden en yüksek verimi almak, hemen göze batan bu çocukların takıma uyumlarını ve potansiyellerine ulaşmalarını sağlamak en iyi yaptığı işlerden Franklin Edmundo Rijkaard'ın. Yetenekleri herkesçe kabul gören Aydın'ı bu yıl kazanalım, başımın üzerinde taşırım bu bilge insanı.

7 Ağustos 2009 Cuma

GAZİANTEP MAÇI


Şu kesin ki rahatlıkla sadece 3 oyuncunun adını söyleyebiliriz bu maç için. Leo Franco, Hakan Balta, Arda Turan.. Diğer mevkilerde kim oynasa yedek kalana yazık olacak. Stoper mevkisi için de Servet,-Gökhan ikilisi oynar denilebilir. Gelelim “sağ bek”e. Sanırım sıcaklık ve nem göz önünde bulundurulduğunda fiziksel devamlılık,dayanıklılık, kondisyon ve mücadele konularında Türkiye’de çok az oyuncuda görebileceğimiz bir seviyede olan Sabri –ki bence Barış ile birlikte başı çekerler- daha şanslı görünüyor.
Orta sahadaki oyuncuları defansif sorumluluk açısından 1-2-3 olarak üçe ayırırsak 1 numara için 2 isim bulunuyor şu anda.(M. Topal henüz tam sağlıklı olamadığı için.) M.Sarp ve T. Linderoth. Beni en çok sürüncemede bırakan da bu mevki açıkçası. Tobi’den bahsedelim biraz.(İnanamıyorum, resmi siteye baktım bu yazıyı yayınladıktan sonra, Atroskopi geçirecekmiş. Eridi kapı gibi adam. yazının diğer kısmı Tobi sakat değilmiş gibi okunabilir çünkü öyle düşünülerek yazılmıştı...) Galatasaray’ın geçen seneki kadrosunda futbolu aklıyla oynayarak fark yaratabilecek üç oyuncudan biriydi Tobi. Diğerleri Kewell - Arda ikilisiydi, bu sene de bu kategoride Elano’yu göreceğiz ve Netanya maçı bir ilüzyon değilse eğer Aydın Yılmaz’ı. Ancak hiç yararlanamadık Linderoth’dan. Şimdi bu kadar özlemişken ve çıkıp da bize bir insanın çok hızlı olmasa bile “hızlı düşünerek” oyuna nasıl bir tempo getirdiğini göstermişken Linderoth yedek kalır demek kolay değil. Fakat bu noktada göz önünde bulundurulacak 2 nokta var. Birincisi ,tıpkı Uğur Uçar gibi, iki senedir oynanamayan bir futbolcu 3 gün arayla iki maçı kaldırabilecek mi? Ki ikinci maç 37-38 derece sıcaklık ve % 85 civarında bir nem oranında oynanacak. İkinci önemli faktör ise M. Sarp’ın hazırlık kampında gösterdiği iyi performans. Bu yüzden M. Sarp’ın oynaması sürpriz olmaz. Bu yüzden M. Sarp futbol bilgisi ve kalitesi olarak Linderoth kadar göze batan bir isim olmasa da bu maçta ilk onbir oynayacak bence. 2 numaralı orta saha yani merkezi orta saha oyuncusu için de öne çıkan iki isim var. Barış ve Ayhan. Barış’ın nasıl bir oyuncu olduğunu anlatmaya gerek yok tabi ki. Teknik olarak yetersiz oluşu dolayısıyla Rijkaard’ın tercihlerinde yer bulamaz diyordum düne kadar ama o da formayı ne kadar istediğini gösterdi. Fakat bence tecrübesi ve oyun görüşü olarak Ayhan öne çıkıyor ve bu maçta onu ilk onbirde görme şansımız daha yüksek. (Bu noktanın bir diğer adayı da Elano olacak bir çok maç için. Bunu da unutmayalım.) 3 numaralı orta saha tartışılmayacak yukarda bahsettiğim gibi, gönül rahatlığıyla yazalım; Arda Turan.
Gelelim forvet bölgesine. Kestirmeden söyleyeyim bence kanatlar Kewell, Aydın şeklinde olacak. Keita’nın gerek takıma uyumu gerekse kondüsyon durumu olarak henüz tam hazır olmadığını düşünüyorum. Kewell’ın yerine oyuna girmesi çok muhtemel tabi ki. Forvet için de Baros hala birinci tercih olacaktır. Sadece şöyle bir ihtimal belki akla gelebilir çok küçük olmakla beraber. Nedir bu ihtimal? Sağda Baros, solda Aydın, forvette Nonda düşünülebilir ama dediğim gibi çok düşük bir ihtimal bu. Ki Kewell’ın varlığının bile ne anlama geldiği bu kadar aşikarken. Kısacası beklediğim kadro ikinci resimdekidir Gaziantep maçı için...

Geri Dönüş..


Sanki hiç bir şey olmamış. o kadar ara vermemişiz gibi devam edelim o zaman..İlk olarak Aydın'dan bahsedelim.

Şöyle bir argümanı olur Aydın'ı tartışırken futbolseverin: Kapanan takımlara karşı oynayamaz, açık alan bulamayacağı için başarılı olamaz ve bu yüzden de büyük takım futbolcusu değildir... Bu açıkçası benim de bir çok kez düşündüğüm ve söylediğim bir şeydi.. Ancak şu unutulmamalı: Hızla yer değiştiren ve pas yapan bir takımın bu tarz oyunculara açık alan yaratmaması düşünülemez. Karşısındaki oyuncuların seviyesini de göz önünde bulunduruyorum elbette ama Aydın'ın fizik olarak da iyi durumda olduğu aşikar.. Ne yalan söyleyeyim umudum kalmamıştı benim Aydın adına, harika oldu bu performans harika...

24 Mart 2009 Salı

# 3 - İşin Amerikalı "Piri"


Eleştirilmeyi hak eden asıl mecrayı ortaya koyalım dedik. Skibbe'nin, Korkmaz'ın, Lincoln'ün kellesi uçurulduğunda sorumluluk sahiplerinin paçayı kurtardığından bahsettik. Bu kadronun kuruluşunu takdir etmekle beraber yönetilemeyişine odaklanmak gerek diye vurguladık. Amma velakin bir de Amerikalılar var işin içinde. Bu hususa da parmak basalım geriye dönüp. Milli Takımın Amerikalı kondisyoneri ve uygulamaları bahsedilen. Scott Piri. Her işin bir "Piri" var kabul ama ya diğer kulvarlar? Süper bir fizik hocası düşünün. Lise talebelerine atom fiziği anlatsın. İşinin "Piri" olsun. Ama öylesine yüklensin ki çocuklara ne diğer derslere vakit ve derman kalsın ne ÖSS'ye. Yemişim öle "Piri"ni ben.
Nasıl başlarsan öyle gidersin. Size de böle bir enkaz kalır Amerikalılar yüzünden.

23 Mart 2009 Pazartesi

Domino taşı hayallerim...


Domino taşlarından oluşuyor sanki bazı şeyler. Sorumluluklar yıkılıyor. Başkan, Kaptan'a yıktı, Kaptan Lincoln'e yıktı. Hayaller yıkıldı bu taşlarla. Sonumuz kötü, önümüz karanlık. Haydi hayırlısı.

22 Mart 2009 Pazar

Bu mudur?

Dedik....Büyük hayal kırıklığı yaşadık.. En azından....
Neyse; bir ara söylenir bir şeyler... Eeeghhh...

Es-Es maçı başlıyor...


Maç başlıyor. Kadro dengeli. Bu maçı alırız.

#2 Kriz Yönetimi ve İleri Görüşlülük


Adnan Polat deyince akla gelenlerden biridir. "Kriz Yönetimi'ni iyi bilir, stratejik planlama konusunda başarılıdır, soğuk savaşta üstüne yoktur" diye düşünülür. Nitekim Galatasaray tarihinde eşine pek rastlanmayan radikal kararların altında onun imzası görülür. Koseckilerle, Saftiglerle başlayan örnekler Kallilerle, Cevat Gülerlerle devam eder. 2 senedir sunduğu ekonomik çözümler olsun, Adnan Sezgin'in geniş yetkili bir profesyonel olarak çalıştırılması olsun radikal özelliklerindendir Polat'ın. Ben de birçok Galatasaraylı gibi Sayın Canaydın sonrası Polat'ın başa geçmesine sevindim. Hala da uzun süre başkan kalmasından yanayım. Fakat şu bir gerçek ki bu seneki planlama sakattı. Hatta kendini ve günü kurtarmak için yapılmış bazı kötü niyetli icraatlara rastladım, bunu hissettim maalesef.

Bu kadro risk alınarak kuruldu, bu bir gerçek. Başarılı olmak zorunda olan bir takımdı bu, özellikle maddi açıdan. Tabi bu başarısızlık halinde panik yapmayı gerektirmiyordu. Galatasaray yönetimi her başarısız sonuçtan sonra biraz daha panik yaptı. İlk hezimet Bükreş karşısında yaşandı. Anında reaksiyon verildi. Kadıköy'de finaldi artık hedef. Hatta hayırlı olmuştu bu yenilgi. Çocuk kandırıyordu Galatasaray yönetimi. 1 sene evvelinden hedef koymak, sonra her fırsatta Kadıköy lafını zikretmek ne kadar akıllıcaydı? Bazı şeyler sessiz sedasız yürütülse, son düzlükte hedefe kilitlenilseydi daha iyi olmaz mıydı? Skibbe'nin arkasında durulmadığının herkes farkındaydı. Getirip yanlış karar verdiğini düşünebilirsin ama böylesine panik halinde ve tutarsız bir süreç yaşatırsan, takım kapasitesine ulaşamaz haliyle. Bir de federasyon ilişkileri var. Sonuç alamyacaksan sesini yükseltmeyeceksin, yoksa komik duruma düşersin. Galatasaray senelerdir yaşıyor bu can sıkıcı olayları. Hasan Doğan ve Mahmut Özgener federasyonları büyük bir antipati besliyor Galatasaray'a. Geçen sene Uğur'u ve Leverkusen maçını kaybettiğimiz Konya maçını hatırlayın. Pazartesi buzda maç yapıp, Ankara'ya otobüsle gidip, oradan Almanya'ya geçip, maçını cumartesi kendi evinde oynamış bir takımın karşısına çıkıyorsunuz. Bu süreçte nasıl küçük düştük? Tıpkı bu seneki federasyon kavgalarımızda olduğu gibi. Galatasaray Canaydın döneminde tüm saha dışı gücünü kaybetmiştir. A. Polat "Biz Galatasaray'ız" modunda ama farkında değil ki biz Galatasaray değiliz bu yüzden komik duruma düşüyoruz sürekli. Ve son olarak Büyük Kaptan'ın getirilişi ve yem edilişi. Bunun üstüne çok şey söylenir. Sadece tekrarlıyorum, dokunmayın efsanelerimize !!

Evet belki bu kadar sakatlığı öngöremezdi yönetim ama başka birçok şey öngörülmeliydi.

21 Mart 2009 Cumartesi

Football Manager'ın kendine ihaneti...


Kadro kalitesi demişken bu noktada yıllarımı verdiğim Football Manager oyununun 2009 versiyonu hakkında bir iki söz sarfedeyim. Bilmeyenler olabilir. Oyunda gözüken kişi özellikleri dışında-ki bunlar 1'den 20'ye kadar değer verilmiş, fiziksel, mental ve teknik olmak üzere 3 gruba ayrılmış, hızlanma, kararlılık, dayanıklılık gibi spesifik özelliklerdir- bir de oyunda gözükmeyen ve aslında çok daha belirleyici özellikler var. En önemlileri de C.A. ve P.A. yani current ability(şu anki yetenek) ve potantial ability(potansiyel yetenek). FM 2009'un çıkmasını dört gözle bekledim çünkü Galatasaray'ın transferlerini FM 2008'de takıma koyduğumda inanılmaz bir takım oluyorduk. Fakat öyle düzenlemeler yapılmış ki 2009 da Galatasaraylı futbolculara, akıllara zarar. P.A.'sı 165 olan Baros'un artık 150 mesela bu değeri. Bir adam sırf Fransa'dan Türkiye'ye trasfer oldu diye potansiyeli 200 üzerinden 15 düşürülür mü? Al işte adam kariyer rekoru kırıyor şimdi, nerede kaldı gerçekçiliğiniz? Meira'nın potansiyeli 165 iken 155 olmuş. Neden? Lincoln'ün P.A. değeri 170'den 164'e düşürülmüş. Bir oyuncunun C.A.'sı belki değişir de P.A. bu kadar değişirse güvenilirliği sarsılır oyunun. Aynı şekilde Ümit'in P.A.'sı 165'den 150'ye, Hasan'ınki 165'den 155'e, Sabri'ninki 150'den 140'a, Ayhan 140'dan 136'ya, Volkan 142'den 133'e düşürülmüş. Bir tek M. Topal 138'den 157'ye çıkmış. Diyorum belki oyun formatı değişmiştir. Fenerbahçe'ye bakıyorum. Hemen hemen aynı P.A. değerleri. Edu'da 5 lik bir düşüş var ama Gökhan ve Semih'i baya artırmışlar haklı olarak.


Kısacası sırf Fenerbahçe geçen sene CL'de çeyrek final oynadı diye Galatasaray'dan güçlü tutulmaya çalışılmış ve sağlanmış da bu. İlk kez bir FM serisinde reputation olarak da önde FB. Bunu anlayabilirim sonuçta geçen sene çeyrek final görmüş bir takım ama bir takımın en önemli oyuncularının birden bire tüm yeteneklerini kaybetmeleri anlaşılmaz. Gerçekten benim için hiç bir güvenilirliği kalmadı Football Manager'ın.

#1 -Sağ bekin yok, niye bu kadar lüks?-


Hangimiz mutlu olmadık, umutlanmadık, hayaller kurmadık sene başında. Daha önce de yazdım, nereden nereye geldik kadro kalitesi olarak diye. İlk evvel bu kadroyu kuranları tekrardan takdir edelim. Eleştirmek inanın Kewell'ı, Meira'yı, Baros'u Türkiye'ye getirmekten çok daha kolay. Ama şu da sorgulanmalı uygun bir şekilde. Sağ arka lastiği patlak bir arabaya son model ses sistemi monte etmek ne işe yarar? Geçen sene Emre, Servet süper bitirdiler sezonu. Kulübede de Song.(Song ile senelerdir devam eden ve artık kabak tadı veren maddi problemler göz ardı edilemez, o ayrı konu). Hal böyleyken Meira transferi gerçekleşiyor. Herkesi hayal alemine götüren bir transfer bu tabi ama 7 yıllık problem hala devam ediyor. Ya daa hepimiz Kewell'ı çok seviyoruz ama takımda Arda gibi bir sol açık varken Kewell müthiş bir lüks bizim için. Hele ki 7 yıllık problem çözülmemişse.(Kewell gibi bir karakterin bonservis bedeli olmadan getirilmesi büyük başarıdır. odaklandığım nokta bambaşka.) Forvete Baros alınıyor bu arada. Eyvallah, ama sağ arka lastikle ilgilenen yok hala. Bir ara Lucas Neill adıyla heyecanlanıyorum ama nafile. Sözün kısası Uğur'un sezon başına yetişeceği düşünülse de bir sağ bek alınmalıydı ki Uğur'un ilk yarı top oynayamayacağı kesindi en azından. Şartlar böyleyken yapılan tüm harcamalar lükstür ve "Sağ arka lastiği yaptırmadan son model ses sistemi olsun arabamda" dersen biraz komik duruma düşersin. Hele 7 yıldır kanayan bir yaraysa bu.....

20 Mart 2009 Cuma

Çarpık düzen, Nereye kadar?


Dün gece çok kısa bir süre içerisinde 3 önemli isim tükendi maalesef. Hadi tükendi demeyelim; geri dönüşü çok zor, karanlık bir yola girdi futbol yaşantıları. Kimdir bunlar? 10 numara Lincoln, 11 numara Hasan, 3 numara, Büyük Kaptan B. Korkmaz. Bu insanların tükenişinde tek sorumlu yönetimdir. Yanlış kararlar ve stratejiler, yaldızlı ve sansasyonel kadroyu bu hale getirmiştir. O yüzden ben ne "Fare" gibiydi diye Lincoln'e, ne "Dombili" diye Hasan Şaş'a, ne de yanlış kararları olsa da, "Acemi" diye Bülent'e bırakırım ihaleyi. Sorumlu çok net. Sayın Sezgin futbolun başındaki kişidir ve kararlarından dolayı sorumludur lakin "Türk ve Avrupa futbolunu bu kadar iyi bilen birini niye çalıştırmayayım" diyen de sayın Polat'tır. Bilgi ve tecrübe birikimi çok harika ama aslolan mantalite ve zihniyettir. En tehlikelisi ise bu bilgi ve tecrübenin yanlış mantaliteyle yoğrulması, ortaya ise günümüz iş dünyasında yeri olmayan, çarpık ve kokuşmuş bir düzenin çıkmasıdır.


Neyse yarından itibaren "Böyle bir kadro nasıl bu hale gelir" sorusunu cevaplayabilmek adına bir şeyler yazmaya başlıyorum. Varan varan, madde madde dökelim içimizdekileri.


Ama şu mücadele ile ilgili söz söylenmeyecekse blogu kapatalım daha iyi. Tamam çok üzgünüz, moralsiziz de... Siz ne harika adamlarsınız be kardeşim. Helal Olsun hepinize.

19 Mart 2009 Perşembe

Kapalı, sisli, puslu....


Aslanlar gibi mücadele edeceğiz tabi ki. Şu oynasın, bu oynamasın demenin şu saatte pek gereği yok aslında. Her yerde yeterince yazıldı, söylendi. Tek bir şeye değineyim. M. Güven en güvenilmez futbolculardan biri defansın göbeğinde benim için. Hazır orta sahada iyi oynamaya başlamışken, kendine güveni de artmışken, tekrardan kariyerini sekteye uğratmak olur bu M. Güven’in. Semih’in kariyerini düşünmek kadar M. Güven’inkini de düşünmeliyiz. Tabi şunu da ekleyelim, asıl endişem Oliç ve Guerrero karşısında Mehmet’in çok yavaş kalacağı. Çevik bir vücut yapısı yok maalesef Mehmet’in. Sonuç peki? Bilmiyorum, en kuvvetli ihtimal Kewell ama hiç olmaması gereken bir durum bu. İlk maç başkaydı diyeyim sadece ayrıntıya girmeden. Serkan olabilir mi? Semih olmayacak diye açıklandığına göre en makul çözüm bu bence. Heyecan normal de, bu kadar gerginlik neyin nesi diye düşündüğümde bunlar geliyor aklıma. Gerginlik bu keşmekeşten kaynaklanıyor sanırsam. Ama bu puslu hava Kadıköy vapuruna bindiğinizde sizi karşılayan cinsten. Bir de tabi Martin Jol amca var. Tosun amcam seniii....

17 Mart 2009 Salı

Cassio Lincoln Bitti mi ?


Artık bitti. Yaratıcılığa karşı milletçe antipatimiz var. Milletçe çürük sistemizi sırtımızda taşıyoruz. Biliyoruz aslında, her fırsatta dile getiriyoruz; "Sistem bozuk kardeşim, yoksa çoook zeki milletiz, müthiş potansiyelimiz var da değerlendirmemize müsade edilmiyor" gibi cümleler hepimizin sohbetlerinde yer bulmuştur mutlaka. Böyle konuşan birinin hayatında defalarca bu sisteme taptığını, bu düzeni beslediğini görürüz. Farklılığa tahammülümüz yok.


Ama bu Korkmaz'a sahip çıkılmamalı demek dağil tabi ki, bilakis daha dik durmalıyız arkasında. Çünkü düne kadar Lincoln'ü asıp kesenler, yarın "Lincoln gibi adamdan yararlanamazsan böyle olur." diyecekler en yumuşak haliyle. Amaç çok belli çünkü. Bir şekilde engellendi, böyle bir yeteneğin verimli olması. Bir efsanemizin daha ayağı kaydırılacak, kuyusu kazılacak tıpkı bu yıldızımız gibi. Aslında birbirlerine çok yakın bir konumda Bülent Korkmaz ve Cassio Lincoln bu bağlamda.

15 Mart 2009 Pazar

Trabzonlular, Milan Baros, Avrupa Fatihiymiş....


Eleştiri yapılır tabi bu maçın sonunda.. Çok şey söylenir hem de. Lincoln'den başlarsın eleştirmeye, Semih'le devam edersin, M. Güven'in oyundan alınışına değinirsin. Trabzon'dan da çok malzeme bulursun elbette. Seyircisi bir alem zaten. 61. dakika şamakonluğundan sonra tam küfür etmeye başlamışlardı ki Arda "Sakin olalım biraz isterseniz" dedi en kibar tabirle. Bana feci şekilde Hasan Kabze'yi hatırlattı nedense bu gol. Trabzon'u Sivas'a 100 kere tercih ederim dedim bir önceki yazımda, lakin "Ersun Yanal'ın takımıyız biz" dedi Trabzonlu futbolcular hep bir ağızdan ve sahada sporcu sağlığını tehdit eden çok sayıda hareket gördük.
Neyse, sonuçta kazanacağımız 2 maçtan 2 beraberlik aldık üst üste. 2 hayati maç. İkisinin de telafisi olabilir ama birinin rövanşında çok eksik ve yorgun olacağız, ligde ise önümüzde 4 takım var ve hepsini ekarte etmek için seri galibiyetler gerekiyor. Şu kadronun hakkını veremedik ya ona yanarım sadece. Hele şöyle bir lig oynanırken insan düşünmeden edemiyor bunu.
Bir de yabancı oyuncularımızla ilgili söyleyecek sözüm var.
Futbolcuda düzgün karakter aramak çok mu ayıp? Bu soruya hayır cevabı verenler Kewell'ı farklı gözle izlerler. İstatistik iyidir ama çok sevilmek için daha başka bir şeylere sahip olmalısınız. Ne gibi mi? Kewell'in sahip oldukları gibi... Keşke tüm yabancılarımız Kewell gibi olabilse. 8 sarı kartlı forvet mi olur birader? Birinde de foul yapmış olsa içim yanmayacak.

Hüseyin Avni Aker'de çizilen kader...

Ne Trabzon ne de Hamburg maçındaki defans kurgumuzu öngörebiliyorum şu anda. Futboldaki aritmetik dengeleri düşününce hiç kimse bu maçlarla ilgili çok rahat olmaz sanırım, nitekim ben de değilim. Ama söz konusu Galatasaray olduğunda tüm bunlara çok da bel bağlamamak gerek tabi ki.

Semih özelinde başlayalım yine. Üst üste söyledik aynı şeyi. Yazan yazdı, söyleyen söyledi. Semih için çok heyecanlandı bir çoğumuz. Hayatının fırsatı olabileceğini düşündük, Kaptan kendi kariyerine benzer bir kariyeri hediye etsin Semih'e diye hayaller kurduk. Ama hazır olduğuna ikna olmadı büyük ihtimalle Korkmaz, bu 18'lik delikanlının. Şimdi önümüzde Trabzon maçı var, Semih'in bu maça da ilk 11 başlamayacağına dair söylentiler var. Umarım Bülent Korkmaz bir şekilde kazanır bu genci ve Meira'nın yerine transferimiz olur gelecek sezon.
Puan cetvelinde üstündeki 4 takımdan 3'ü ile puan farkı 6-5-5 olmuşsa şampiyonluk Kaf Dağı'nın ardında demektir. Yani bugünkü mağlubiyetin şampiyonluk şansını sıfırlayacağını düşünüyorum. Bu şartlarda alınacak beraberliğe kimsenin itirazı olmasa da bağıra bağıra "Şampiyon Olacağız !!!" diyebilmek için kazanılması gereken bir maç. Şahsen az gollü bir maç bekliyorum. Trabzon ligin en mücadeleci takımlarından, üstelik Sivas gibi art niyetli bir futbol anlayışları da yok. Sivas mı Trabzon mu deseler 100 kere Trabzon derim.
Bu sezon lig şampiyonluğu, UEFA'nın yeni düzenlemeleriyle, altın değerinde. Lig ikincisi Şampiyonlar Ligi hayali filan kurmasın. Şampiyon olan ise direk katılacak. Bu sezon topladığımız katsayılarla seneye 3.torbadan girebiliriz kuraya, eğer şampiyon olabilirsek tabi. Net olarak bildiğim şudur ki: Ligin en kaliteli kadrosuna sahibiz ve bir takım 8-9 maçlık bir seri yakalayacaksa bu Galatasaray olmalı. Senden umudumuzu hiç kesmedik Galatasarayım...

13 Mart 2009 Cuma

"ASLAN"LAR GİBİ... HEPİNİZ RAHAT UYUYUN !!


Nedir bu “ruh” denilen? Gerçekten var mı yoksa biz Galatasaraylıların kendimizi avutmak için yarattığımız, sanal bir kavram mı? Galatasaraylılık ruhu ortaya çıktığında mı çiziliyor bu tablo gerçekten? Peki illa ki radikal kararlar ya da olağanüstü şartlar mı gerekli? 6 hafta kala hoca mı yollamalıyız, ya da en kritik maçtan önce yapılmış bir hoca değişikliği nasıl olur? Belki de defans adamı yokken olanı da satınca piyasaya çıkıyor bu ruh? Ya da en klasikleşmiş problem mi vuku bulmalı; parasızlık mı baş göstermeli? Rahatın, huzurun olduğu yere uğramaz mı acep? Şeytanın bir avukatı mevcutsa eğer gerçekten, duruşmada bu soruları sorardı bizim tezimizi çürütmek için. Çoğu zaman ben de yaparım bu avukatlığı. Hamburg maçından önce de konuştum cüppemi üstüme geçirip, “Recep İvedik”vari bir şekilde: “Bak Galatasaray, şimdi senin kaporta biraz çürük, haa “ruh” güzelliğin iyidir onu bilemem. Gel gelelim ruhlar aleminde de yaşamıyoruz.” Hakikaten medyumlukla, ruh çağırmayla filan nereye kadar?
Onu bunu bilmem. Galatasaraylıyım ve aklımın, mantığımın almadığı gerçekleri yaşamayı, tarif edilmez hisleri yaşamayı iyi bilirim. Bunları algılayabilme konusunda herkes gibi ben de acizim. 104 yıllık çınarın köklerinde yatıyor bunun sırrı. Tarihi iyi okuyabilmek Galatasaraylılığı kavramanın anahtarıdır.

12 Mart 2009 Perşembe

Futbolu sevdirenler vardır elbette, peki ya sen?

Seninkisi başka bir şey.Ne portakal turucusuna benziyor, ne havuç. Kewell turuncusu bu, Kewell. Daha geldiği an turuncuyla özdeşleşti Harry Kewell. Turuncu formamı, arkasında #19-Kewell yazanı yani, çok seviyorum. Ama şunu da çok iyi biliyorum ki artık hiçbir şey engelleyemeyecek, Kewell'ın sarı-kırmızıyla özdeşleşmesini.. Galatasaray dendiğinde ilk akla gelenlerden olmasını Kewell'ın.

Bahsedeceklerim kesinlikle bugün stoper oynaması ile ilgili değil. Daha doğrusu sadece bununla ilgili değil. Daha önce de yazdım. Belli bir stratejisi olan tek futbolcumuz Kewell. Nasıl bir karakter analizi yaptığımızı görebilmek için Kewell'ın ilk geldiği günlerdeki bir sözüne bakalım. Yanılmıyorsam bir basın toplantısı, sorulan soru Şampiyonlar Ligi'ni daha evvel kazandığı İstanbul'da tekrar bulunmasıyla ilgili. Cevaba bakar mısınız lütfen!! (Tam metni hatırlamıyorum, araştıramıyorum da şu an) "-O sezon sakatlığımdan dolayı takımıma çok katkıda bulunamadım, final maçında da maçın başlarında sakatlanıp çıkmak zorunda kalmıştım.. " O kupada çok emeği olmadığının altını çizen bir futbolcu profili... Benim için ötesi yoktur bu sözlerin zaten ....Ama kafama takılan tek bir şey var;
İş ciddiyeti? Eyvallah. Futbolu çok sevmek? Harika. Kendisine, arkadaşlarına ve rakiplerine saygı duymak? Mükemmel. İyi niyet?.. Sağlam karakter?.. Doğal liderlik?.. Profesyonellik?.. Futbolu yalayıp yutmuş olmak?.. Liverpool'un eski 7 numarası kadar yetenekli olmak üstelik?.. Hepsi iyi hoş. Bu takımda seni görme ayrıcalığını da yaşadık, bunu da yaşattın bize. Daha ne isteriz....

İyi de kardeşim SEN BİZİ NEDEN SEVDİN BU KADAR ?

(Hamburg maçı tabi ki ayrıca yazılacak yarın, içinden taktik yorumları olabildiğince ayıklanmış bir şekilde, ama Kewell çok şeyi hak ediyor. Elbette tüm aslanlarımız gibi. Fakat yukarıdaki soru duygularımı alt üst etmiş durumda. Sahi NEDEN KEWELL?)

Stoper Sorunu...


Hakan Balta’yı stopere çektiğinizde neler oluyor? Bir kere Hakan müthiş bir fiziği olmasına rağmen, sert oynamayı bilmiyor. Daha açık konuşalım, Emre Aşık ne kadar gereksiz faul yapıyorsa Hakan da o kadar gerektiği yerde faul yapmayı bilmiyor. Bazen ustaca yapılan fauller çok şey belirliyor futbolda. Niye özellikle Hakan Balta’dan ve onun spesifik bir özelliğinden bahsettim? Çünkü Hamburg geride yapılan pas hatalarını çok iyi değerlendiriyor. Buradaki kilit isim ise aslında Mehmet Topal. Amiyane tabirle işin çöpçülüğünü yapan başka orta sahamız yok. Ayhan ve Barış tipik geçiş oyuncuları. Yani iyi basan ama direk top kapma ve pozisyon almada etkisiz oyuncular. Ayrıca daha da önemlisi Volkan da sol bek oynadığında o pozisyonda verimlilik bariz bir şekilde düşüyor.
Arda ve Kewell Hamburger SV’nin beklerine büyük üstünlük kurabilirler. Gol atmak gol yememekten daha önemli. Etkili bir futbol bekliyorum Galatasaray’dan ama bu tur için avantajlı bir skoru beklediğim anlamına gelmiyor maalesef.

10 Mart 2009 Salı

Meira Rusya'ya taşındı.




Meira gitmiş..

Tek diyeceğim şudur: Kaptan ne olursun Almanya'da Hakan'ı göbeğe çekip Volkan'la başlama..

3-5 Dolar kaç "PUTANA" eder

Sanal alemdeki Fenerbahçeliler şöyle buyurmuş: "Olmadı Emre, Yakışmadı !!" Öyle ya 3 sırt numaralı arkadaş, daha ilk maçında, yan hakemin gözünün içine baka baka "putana" diye bağırdığında da aynı tepkiye rastlamıştık!! Ya da bir başkasını çeyrek litre suyla ıslattığında... Olayın özeti şu ki, Fenerbahçeliler'in #5-Emre'yi kabullenemeyeceği çok belliydi. Emre de uzun süre sakladı oysa kendini. Hem futbol olarak hem karakter olarak. Keşke 3'ün 5'in hesabını yapmasalardı da inanabilseydik samimiyetlerine.

8 Mart 2009 Pazar

Galatasaray Türkiye'dir

Bursa'da bir kahve'de izliyorum maçı. 2-1 öndeyiz. Yanımdaki yaşlı amca diyor ki: "Şimdi atar Bursa, şakası olmaz Bursa'nın". 3-5 dakika içinde sarı kırmızılılar kaleye yaklaşırken gelen ikinci yorum: "Ben demedim mi bak nasıl bastırıyorlar." Tabi burdaki işin esprisi ama ilk ortaya çıktığında tam olarak istenilen etkiyi yaratmamış olsa da gerçekleri yansıtan bir söylemdi bu.
Galatasaray Türkiye'dir....

İstersen donatalım dört bir yanı bayraklarla...



Oradaydım... Yine olacağım... Bu kez Sami Yen'de... 60 TL.... Offf.....

7 Mart 2009 Cumartesi




Hasan Şaş. Gel.


6 Mart 2009 Cuma

Takımın Futbol Kimliği ve 3 Genç İsim


Galatasaray, bekleri sıfıra inmeden bir maç kazandı. Ha açıklar çok mu indi sanki? Konya maçına fena halde benzedi maç. İyi mücadele, müthiş bir taraftar desteği ile birleşince galip gelindi. Peki "böyle nereye kadar" sorusu bu noktada sorulmalı mı? Bence hayır. Çünkü gerektiğinde tıkır tıkır oynayabildiğini biliyoruz takımın. Potansiyel belli. Eksik olan mücadeleci bir sistemdi, onu yüklüyoruz şu an. Umarım bir yandan diğeri formatlanmaz ve yakın zamanda tek pasa dayalı, akıcı, akılcı, gücün ekonomik kullanımını sağlayan, keyifli akıl futboluyla, zaten genlerimizde bulunan mücadeleci, pes etmeyen, sürekli kovalayan kaos futbolunun bir sentezini izleriz.

Bir iki kelam da üç genç futbolcumuzla ilgili edeyim.
Serkan için var olan karamsarlığım M. Güven ile ilgili olanlarla aynı. Nedir bu ortak payda peki? İkisi de mevkilerinin gerektirdiği bazı temel özelliklerden yoksunlar maalesef. M. Güven hızlı düşünüp, doğru karar verme konusunda sıkıntılı bence ayrıca bu kadar duygusal dalgalanmayı sadece orta sahanın ortası değil yeşil sahanın hiçbir bölgesi kaldırmaz. Çok çevik olmadığı belli olan vücuduna mental sıkıntılar da eklendiğinde umutsuz olmamak zorlaşıyor Mehmet için. Serkan da hızlanma konusunda çok zayıf her ne kadar temposu ve tekniği yeterli olsa da. Sabri mesela tüm fiziksel ve mental eksikliklerini hızı, çevikliği ve devamlılığıyla kapatıyor ama yine de ideal bir sağ bek diyemiyoruz onun için de. Semih Kaya'dan tekrar bahsedelim son olarak. Bugün oynamasını gerçekten çok istedim. Başka zaman artık. Ama müthiş bir fiziğe sahip bu gence daha çok fırsat verilse, özgüven aşılansa keşke. Tekniği ve oyun zekası da iyi diye düşünüyorum ama tüm bunların aslını zaman gösterecek.

"Harbi Genç" Semih


Bülent Korkmaz'ın futbol sahnesine çıkışına benzer bir çıkışı yapmasını çok istediğim futbolcudur kendisi. Açıkçası birkaç kez GS Tv'de izleyebildim Semih'i. Ama geçen sene Kalli'nin Semih sakatlandığında ortalığı ayağa kaldırmış olması benim için yeterli referanstır. Geçen sene Kalli'nin planlarındaydı Semih. İnşallah futbola bugün başlamış olacak bir bakıma.
O değil de Hakan Balta sen ne yaptın be abicim öyle.....???

5 Mart 2009 Perşembe

Nereden Nereye?







4 sene önce millete anlatırdım, ilk keşfettiğimde bu siteyi. "Abi bir site var, herkeşlerin tahmini bonservislerini veriyorlar, yanlız Almanca işte." diyerek mutlu olurdum. Şimdilerde herkesin dilinde. Gazeteler misal haber yapıyor buradaki bilgileri. Bir umut ışığı olsun hepimize diye şu bilgiyi vereyim. Şu anda Uefa Kupası'nda kalan takımlar içinde 6. en değerli kadroya sahibiz. Tabi 1-1,5 düzine adamı evde bırakıp da kadro oluşturunca çok bir şey ifade etmiyor bu zenginlik.
Çok mu güvenilir bir site? Tabi ki hayır... Ama 4 senedir 70'lerde 80'lerde iken 119'u görmek hoşuna gidiyor insanın. Neredeeen nereye?

3 Mart 2009 Salı

Yakışanı görelim üstümüzde...


Maçtan bahsetmek için geç kaldık biraz. Olsun. İşlerimi yoluna koyayım, daha sık güncellenen bir blog olacak burası. Sadece şunu söyleyeyim Konya maçıyla ilgili, tam olarak bu sebepten ümitliydim işte.. İyi oynamayacağımız daha doğrusu oynayamayacağımız belliydi. Daha 50. saniyede belli etti kendini Mehmet Topal'ın olmayışı, ardından dakika 3'te eyvah dedirtmeye başladı takım. Bitkin vücutlar olacağı belliydi beyaz formaların içinde. Lakin öne geçmek önemliydi. Arda her adamın yapmayacağını yaptı, tabir-i caizse "gözünü budaktan esirgemedi." O topa girmek ve golü atmak... Bunu beklemekle haksızlık mı ediyoruz futbolcularımıza? Hiç sanmam... Bu forma altında bu mücadele ortaya konmadığında başarılı olunduğuna ben şahit olmadım. Ayrıca yakışan bu bize.. Alıştığımız, beklediğimiz...

1 Mart 2009 Pazar

"Ümit"lenmek, Kazanmak ...


Konya'daki maç çok mühim. İki nedenden. Birincisi; ligin üst kısmındaki aritmetik dengelerin ve Cimbom'un şampiyonluk şansının bu maçla belirlenecek olması. İkincisi ise Galatasaraylı oyuncuların niyetlerini görecek olmamız. Mantık olarak çok umutlu olmamam gerekirken- ki nedenlerinden biraz bahsedeceğim aşağıda- iyimser bir ruha haline sahibim yarınki maçla ilgili. (Perşembe'nin karşı konulmaz etkisi ile bulutların üstünde miyim acaba hala?)

Nasıl oynamalıyız bu maçta? Bir kere şu kesin ki Mehmet Topal yoksa biraz karanlık demektir önümüz. Bu maçta da perşembe olduğu gibi Kewell, Arda, Lincoln ve hatta Baros topu kovalayacaklar, gerektiğinde kademe yapıp takım savunmasını rahatlatacaklar mı? Öyleyse ortada Ayhan ve Barış gibi tam manada süpürücü olmayan oyuncularla, ve de daha önemlisi Meira-Emre gibi ağır bir defansla bile olsak geride çok boşluk bırakmadan oynayabiliriz. Ama bu ekstra motivasyonla Bordeaux maçına özgüydü bence ve işin kötüsü onun yorgunluğu da hissedilecek yoğun olarak.(ki o maçın 70'inde başlamıştı bile yorgunluk.) Bakarsınız ilerdeki dörtlüden biri yine yedek başlar, hangisi mi? Kewell sanırım. Ama Kewell'ı göremeyince şevkim kırılıyor bu sezon, olmalı be Kewell!!! O olmazsa kuvvetle muhtemel Mehmet Güven'i görürüz.

Bu kadar rezalet bir tabloya rağmen nerden geliyor bu iyimser ruh hali o zaman? Bilmiyorum, ama sanki kazanmaya alışmanın ilk evrelerindeyiz. Ne vaktimiz kalmııış, ne kredimiz. Kaptan bir an evvel yoluna koyabilir mi herşeyi? Zor, ama ümitliyim. İnanıyorum işte. Nelere kadirsin Cimbom? Sebebini anlamadan inandığım tek şeysin sanırım...

28 Şubat 2009 Cumartesi

Dakika 20 sularında....


Yeni teknik direktörle maça çıkan takımlar genellikle kazanıyorlar. Galatasaray'da da sezonun en hayati maçı öncesi teknik direktör değişikliği oldu, e biz de istatistiklere hiyanet etmedik. Şimdi son bir hafta içinde kimin zihninde neler vardı? Üç daldan gidelim ve mümkün olduğunca objektif olalım.

Strateji- Bir kurumda en üst birim hangisiyse o belirler genel stratejiyi. Galatasaray'da Adnan Polat aktif olarak görev yaptığında strateji anlamında ilginç gelişmeler oluyor her daim. Mesela yanılmıyorsam Galatasaray tarihinde sadece 4 kez bir hoca sezonu tamamlayamamış ve 3'ü Sayın Polat'la doğrudan ilgili. Bu sene de bu gerçekleşti. Açıkçası Skibbe ne geldiğinde uzun vadeli bir plan yapılmıştı ne de gittiğinde yapıldı bence. Keşke Kaptan'ın geleceği ile ilgili herkes emin olabilse bazı şeylerden.

Şunu kabul etmek gerekir ki sezonun en önemli maçı öncesi Galatasaray'ı ve Türkiye'yi çok iyi tanıyan, daha da önemlisi efsane bir ismi getirmek, hırs, mücadele ve inanç anlamında müthiş bir kazanım sağladı takıma.

Taktik- Bülent Hoca, Cevat Baba ile kafa kafaya vermiş. Takımın üzerinde kendisinin de belirttiği üzere büyük bir taktiksel değişim yapmamış. Dengeli bir onbir. Kewell'i da muhtemelen "yanımda da bir silahım olsun" diyerek yedek başlattı. Fakat Kewell oyuna girene kadar ne yaptığını bilmeyen bir görüntü sergiledi diğerleri. Takımın 40. ve 70. dakikalar arası oynadığı akıllara zarar futboldan o da çok etkilenmiş olacak ki dokunmadı herhangi bir taşa. 3-3 ten sonraki değişiklikleri ise bence çok harika işlerdi.

Teknik- Bu bağlamda oyuncuları biraz bireysel anlamda inceleyeyim. Barış'tan başlayacağım. İlk 20 dakika ne kadar kötü oynadıysa son 70 dakika o kadar muhteşemdi. Gerçekten de Barış sağ çizgide değil orta sahada oynamalı, eğer yanında nerede duracağını bilen bir oyuncu varsa "içten yanmalı, dört silindirli" bu ciğerin çalışması hem müthiş işler ortaya çıkarıyor hem de diğer ciğerlere de bir mesaj niteliği taşıyor. Sabri müthiş oynadı denilebilir mi? Bence hayır. Sabri, benim o hiç haz etmediğim ve maalesef Türk oyuncularda sık rastlanan profile uygun bir oyuncu olduğunu, kanıtladı bir kez daha. Evet, maçı getirdi, çok müthiş bir mücadele sergiledi, bu kadar diken üzerindeyken bu denli ağır bir maçı kaldırabilmesi üstüne de maçın kahramanı olması güçlü olduğunu gösteriyor. Fakat tekrar tekrar aynı şeyleri yaşatıp, tekrar tekrar özür mü dileyecek jübilesine kadar? Arda Turan tüm Galatasaraylılarda olduğu gibi bende de ayrı yere sahip, fakat geçen hafta olanlar çok etkiledi beni. Umarım o yukarda bahsettiğim Türk oyuncu profilinde olmadığını kanıtlar zamanla ama tam tersini düşünüyor ve hissediyorum. Maçta neler mi yaptı? Ne yapmadı ki.... Gerçekten bu taraftarın bu futbolu her zaman beklemesi çok doğal çünkü Arda'yı dünya yıldızı olarak görüyor çoğu. O da psikolojik - sosyolojik etmenleri bir kenara bırakıp iyi bir takım oyuncusu olduğunu göstermeli bir an evvel. Emre-Meira-De Sanctis üçlüsü ile ilgili söze gerek yok. Varolsunlar. Son olarak Kewell... Maçta kafasında belirli bir strateji olan tek futbolcuydu.( Öyle ya sadece yönetimler ya da teknik kadronun mu stratejisi olur? Bu maç için özel hazırlandığı çok belliydi Kewell'ın.)

26 Şubat 2009 Perşembe

Duygularımız darmaduman, boşandı gözyaşları bize sormadan...


Adam akıllı bişeyler söyleyebilmek için en az 24 saate ihtiyacı olan sanırım sadece ben değilimdir. Etkisinden uzun süre kurtulamayacağımız bu inanılmaz "olay"la ilgili çok farklı hissiyatlar ve saha dışı durumlar söz konusu. Bir de, "olay" diyorum ama herhangi bir kelime yok kelime haznemde bu destansı 90 dakikayı tanımlayacak. Tamam, futbol bu yüzden güzel eyvallah, ama futbol ile ilgili terimleri bile yakıştıramıyorum böylesi bir duygu seline o yüzden "maç" demeye dilim varmıyor.)
Bilgilendirme amaçlı şunu da sıkıştırayım araya; bu blogta maçlarla ilgili taktiksel yorumlar olursa eğer, mümkün olduğunca maç öncelerinde eklenmiş olacaklar. Böyle kendimce bir amacım var, maç sonrası futbolun taktiksel yönünden ziyade, diğer faktörlerinden bahsetmeye çalışacağım.
Yarın boğazımda düğümlenenlerden bişeyler çıkarırım umarım. Ben böyle şey görmedim birader !!!

"YÖNETİM-FUTBOLCU-TARAFTAR" ama kaçar gram?


Geçen sezonun ikinci yarısında ortaya çıkan sinerjide rolü vardı mutlaka bu tezahüratın. Bence en anlamlı taraflarından biri klüpteki ideal hiyerarşiyi yansıtmasıydı.. Yönetim - Futbolcu - Taraftar dedik geçen sene. Denklemin üç ayağında da teknik kadro yok görüldüğü üzere çünkü o dönem herkes Galatasaray'ın hocasız yürüdüğüne inanmaktaydı. Peki mümkün mü böyle bir şey? Galatasaray'daki futbolcu grubu incelendiğinde sanırım cevap kendiliğinden ortaya çıkıyor: Evet, mümkün !!
Kocaeli maçından sonra bu değerlendirme daha anlamlı olacak sanki. İktidarda pay sahibi olmak anlamında futbolcular azımsanmayacak bir güce sahip Galatasaray'da. Belki de dünyada Milan'la birlikte bu konuda başı çekiyor Galatasaray. Neredeyse yönetim kadar güçlü futbolcular, özellikle geçen seneki şampiyonluk daha da perçinledi "erk"lerini. Son 10 ayda yaşananlara baktığımızda (gerçi aşina olduğumuz durumlardı bunlar) bunu net bir şekilde görebiliriz. Peki yönetim bu konuda ne yapıyor? Futbolcuya dayalı bu düzenin devamı işlerine mi geliyor? Yoksa uğraşıyorlar da başaramıyorlar mı? Tüm bunlar tartışmalı sorular sanırım. Taraftarın ise bildim bileli pek bir rolü yok klüp içerisinde, büyük kısmının da o taraklarda bezi yok zaten. Muhtemelen en sağlıklısı da bu. Sürekli başaramasalar da, taraftarın asli görevi olan Sami Yen'i cehenneme çevirme işini yapmaya çalışıyorlar. Ama Galatasaray taraftarının da bu iktidardan pay sahibi olmayı istediğini, bu uğurda birşeyler yaptıklarını biliyorum. (En fenası 19 Mayıs 2007'deki skandaldı sanırım. İşe yarayıp yaramadığı ayrı mevzu.) Neyse, futbolcu eksenli bu yapılanmanın faydalarını ve zararlarını başka zamana bırakayım, ve İstanbul'un diğer devlerindeki durumu değerlendirmeye çalışayım.



Beşiktaş'ta çevrim başa dönmüş sanki; Taraftar - Yönetim - Futbolcu desem çok yanılmış olmam. Özellikle Çarşı'nın yarattığı ortam bunu sağladı. Gerçekten çok çaba sarfettiler, zaman zaman müthiş işlere imza attılar, önemli mesajlar verdiler ama kabul etmek gerekir ki bol reklamlı, siyasi ve popülist olarak çıktılar bu noktaya. Sonuçta Beşiktaş tribünleri geçmişten beri klubün gerçek sahibi konumundalar ve güçleri tartışılmaz. Öte yandan Beşiktaş'tan tatsız sözlerle ayrılan çok futbolcuya rastlar olduk çünkü bir futbolcu için pek de hoş bir ortam bulunmuyor Beşiktaş'ta. İktidar veya güç sahibi olmak yaratılan ortamda imkansız onlar için. Yönetim ise taraftarı mı memnun edeyim, futbolcuyu mu derdinde. Ayrıca beceriksizliklerini (ya da başarısızlık diyeyim olmazsa) telafi etmek için çırpınmaktan iktidara sahip olacak fırsatı yakalayamıyorlar bir türlü sanki.


Fenerbahçe'de yönetimin (başkanın) gücü öylesine inanılmaz ki oluşan bu anti demokratik ortamda ne futbolcunun, ne taraftarın iktidardan nasiplenmeleri çok zor. Futbolcuya düşen; parasını tıkır tıkır almak ve bunun hakkını vermek ki önemli bir kısmı başka hiç bir klüpte bu kadar kazanamayacağının farkında. Taraftara düşen ise bol bol para harcamak ve şahane stadlarında ya da televizyon karşısında rahat rahat yıldızlarını izlemek. ("rahat rahat" ikilemesi çok oturmadı sanırım, bunca yatırıma rağmen.) Ama yine de taraftarın gerek " Benim Fenerbahçem" diyorum öyle de hissediyorum yaklaşımı, gerekse " O kadar para harcıyoruz kardeşim !! Reva mı bize bu kadar zulüm" diyerek statta ya da sanal alemde seslerini duyurması sonucu, derecelendirme şu şekilde oluşuyor bence: Yönetim - Taraftar - Futbolcu

24 Şubat 2009 Salı

"Ersun Yanal"vari bir hamle ...




Galatasaray Futbol Takımının içerisinden ideal ve dengeli bir on bir çıkarmak kolay mı sizce? Sakatlıklar olmasaydı da bu çok kolay olmayacaktı bence. Bülent Korkmaz'ın kadro tertibi merak konusu... Kendimce ihtimallerden bahsedeyim.

De Sanctis, Emre Aşık, Hakan Balta, Ayhan, M. Topal, Arda yeri garanti gözüken oyuncular. Meira'yı düşünmeyebilirdi Kaptan ama ilginç rotasyonlar ya da böyle bir maça Semih Kaya ile başlanması pek olası gözükmüyor, Meira da girecek yani ilk 11'ine Bülent Korkmaz'ın. Geriye kalan 4 oyuncu aslında sistemi ve oyun anlayışını da belirleyecekler.
Forvette Baros'dan vazgeçer mi? Karan'a Sabri ile birlikte destek çıktığı söyleniyor Kaptan'ın. Öyle olduğunu varsaysak bile Ü. Karan ya da Nonda'nın oynaması ancak Lincoln'süz bir 4-4-2 ile mümkün, Baros'un yerine tek forvet olmazlar herhalde. Baros da girdi takımımıza o zaman, yani Kaptan'ın 11'ine. Demek oluyor ki; Kewell, Sabri, Barış, Lincoln, Ümit, Nonda 6'lısından (Veli Efendi'de miyiz yahu?) sadece 3'ü oynayacak.
Sabri, Lincoln, Kewell oynadığında sağ açık sorunumuz oluşuyo, velhasıl Barış'ı da sağ açık olarak gördüğümüz maçlarda sağ kanat problemi çözülmüş olmuyor.
Bence yapılması gerekenler: Kewell 90 dakika boyunca sol açık olacağını bilerek maça çıkmalı, sağ kanat Barış ve Arda'ya emanet edilmeli ama geride olan Arda olmalı,(Arda hem Barış'tan hem Sabri'den daha iyi sağ bektir kanımca ayrıca Barış orta sahadan çok kopuk olmamalı, pres özelliğini sürekli kullanmalı ve Arda sağ koridordan en çok sorumlu olan olmalı. Bu onun için de -disiplin ve sorumluluk anlamında- iyi olacaktır.)

Özetle;

-Ümit, Sabri ve Nonda'nın sahada olmamaları hem kendileri hem tribünler için en sağlıklısıdır.

-Barış'ın çok kenarda kalması hem orta saha direncini düşürür hem de kenarda oynamayı bence iyi bilmediğinden çift yönlü zarar etmiş oluruz.

-Arda'nın açık oynaması, sezon boyunca olduğu gibi, Kewell'ın verimliliğini azaltır.

-Takımın hücum organizasyonları çoğunlukla Lincoln, Kewell, Baros üçlüsünün seri paslaşmaları üzerine kurulu olmalı, Arda doğru çıkışlarla rakibin sol kanadını zorlamalı.(Orta açtığında da Barış ve Sabri'nin ortaları gibi olmayacağı için tehlikeli olması çok muhtemeldir Arda'nın)

-Tabi Ayhan'ın ilk maçtaki gibi zaman zaman sola kayması ve hücuma verdiği desteğin yanında oradaki açıkları kapatması gerekiyor.

Sami Yen'deyiz çekirge !!!















Bir kere biletim yok bu maça, fena halde moralim bozuk.
Yeşil sahanın içerisi için öngörülerim şu şekilde:
Gourcuff'un gelmeyeceğini okudum az önce, bu durumda Diarra'nın yanında Fernando oynayacaktır orta sahada. Jussie ve Wendel ilk maçta da çok hızlı top getirmişlerdi yarı sahamıza fakat bu kez pas mesafelerinin 5-10 metre daha uzayacağını ve çok yer değiştiren iki forveti direk topla buluşturmayı deneyeceklerini düşünüyorum. İlk maçta kanatlardan seri, kısa paslarla gelmişler özellikle de duvar pasları ile defans dengemizi bozmaya çalışmışlardı. Bu kez forvetler topla buluştuğunda en büyük tehlike indirilecek toplarda orta sahadan sızabilecek Fernando'nun uzaktan şutları olabilir.( Ya da 18 civarında yapılacak duvar pasları.) Agresif ve dinamik bir orta sahanın Diarra - Fernando ikilisine üstünlük kuracağını düşünüyorum. (Ayhan, M. Topal, Barış üçlüsünün kaçı ortada oynayacaklar bilemiyoruz ama Lincoln'ün daha ilk maçtan kesik yemesi sürpriz olur. Ancak gerek içinde bulunduğu durum gerek kişilik yapısı itibariyle Lincoln'un silik kalması ve oyundan çıkması çok muhtemel.)
Galatasaray'da ise henüz kimin bu maça nasıl baktığını ve nasıl hazırlandığını, daha doğrusu gelişmelerden kimin nasıl etkilendiğini kestiremiyorum. Tek öngörüm yukarda belirttiğim üzere Lincoln ile ilgili. Tek emin olduğum şey ise Bordeaux'un daha önce Ali Sami Yen'e gelmediği...

Saha dışı ile ilgili ise iki büyük Galatasaraylının sözlerini hatırlamakta fayda var sanırım;

"Galatasaray'ın adının olduğu yerde her zaman umut vardır" Gheorghe Hagi

"
Galatasaray’ın suyunu içen herkesin önünde bir sonsuzluk var. Bu formayı giyen herkes, her zaman en uca kadar gitmek istiyor." Murat Özyer

Duruma inanmıyorum, neyine güleceğim...


Karamsarım...Sayın Sezgin, Sayın Feldkamp, Sayın Polat...Bu üç isim de belli karakter özellikleri bakımından Kaptan'la çalışmaya, daha doğrusu onun istediği ortamı hazırlamaya ne kadar razılar? Ben art niyetliyim sanırım. Ne yapayım kardeşim duruma inanmıyorum, neyine güleceğim?

23 Şubat 2009 Pazartesi

Formalarda bir klişe: # 3-Bülent Korkmaz-Biz de öyle


Korkmadan geldi şimdi.. Kaptanımız, canımız, ciğerimiz... Müstakbel efsanemiz mi acaba harcanmak üzere sırası gelmiş? Birilerinin kendini sıyırmak adına öne sürdüğü? Bunu zaman gösterecek. İftiralara, entrikalara dayanabilecek mi?
Madalyonun güzel bi tarafı daha var pek göreceğimizi tahmin etmediğim; Kaptanla Kadıköy yürüyüşü neleri değiştirir? Offf neler aynı kalır ki?
Kaptanım, sen Korkmaz'sın ama ben 10'un gibi seni de çok sevdiğim için, senin adına korkuyorum, elim kolum bağlı çünkü. Hiçbir platform yok çünkü ortada "Dokunmayın efsanelerimize !!!" diye haykırabileceğim. An geliyor kendi stadımda rahat ettirmiyorlar, bıraktım başka yerleri. Nasıl koruyacağım ki ben seni?

SENİ SEVİYORUM'UN ROMENCESİ NE Kİ?


Bakıyorum da hala Galatasaraylılar Hagi diyor tıpkı ben gibi.. Hagi bir başkadır bizim için çünkü... 10'u çok seviyorum ve artık maşa olmasını istemiyorum...

Açık ve net!!! Şimdi değil Hagi!! Doğru zamanı bekle, tüm t. direktörlük kariyerinde yapamadığını bu kez yap ve doğru zamanda doğru yerde ol... Adnan Sezgin, Kalli ve Hagi...Peh peh peh...Düşüncesi bile moral bozucu, sana göre değil şu an bu klup..

Kısacası SENİ HAK ETMİYORUZ PROFESÖR!!!

22 Şubat 2009 Pazar

VAN MİNİT !! Daha da bundan sonra 2.kaptan olmam...



Galatasaray'ın yenilgisiyle ilgili çok şey duyacağız bugünlerde.. Skibbe'nin yetersizliği, 3'lü savunma, yeterli antreman yapılmayışı, ekstra sakatlıklar, hocanın sezon içinde tabiri caizse dımdızlak bırakılması-istifaya zorlanması, federasyonla didişmeler, bordeaux maçlarından ilkinin yorgunluğu, ikincisinin zihinleri fazla meşgul etmesi vs.vs.

Fakat şu bir gerçek ki sadece Hakan Şükür'ü göndermekle futbolcuya dayalı düzeni değiştirmede çok başarılı olunacağını düşünmek hayalperestlik. Ayrıca kesinlikle "Kardeşim bu çapta kadro kuruyorsan aynı çapta hoca getireceksin" muhabbeti yapmayacağım. Skibbe çok yetenekli bir teknik direktör olabilir, inanırsın buna, getirirsin adamı fakat bir yıllık sözleşme yapmazsın. Hadi yaptın diyelim, yardımcılarını göndermezsin. Hadi gönderdin ve adam istifa etmedi, başına futbolcuların pek de sevmediği birini getirmezsin. Bu olayların tümü futbolcuyu futboldan başka şeyleri düşünmeye iter kanımca.

Zaten takımda başlı başına büyük bir problemin ortaya çıkışı engellenemedi, üstüne büyümesine de çanak tutuldu. Neydi bu kangren misali ortaya çıkan ve yayıldıkça ölümü kaçınılmaz kılan hastalık peki? Futbolcular arası çekişme mi desek adına, kaptanlık ya da liderlik sorunu mu desek bilmiyorum ama takım içi problemler olduğunu görmek çok zor değil.

Şöyle bir bu durumu irdelemeye çalışalım. Yazacaklarımın direk olarak olayın sebebi olduğunu iddia edemem sadece bazı su götürmeyecek gerçekleri ve fikirlerimi yazayım.

-Geçen sene takımı çoğunluğu Türk olan oyuncular şampiyon yaptı. Yönetim tehlikenin farkında olsa da düzenin köküne kibrit suyunu dökmek için yeterli hamlelerde bulunamadı .(Kariyerli bir hocayla uzun bir kontrat yapılması, kendisine önemli ölçüde yetki verilmesi, A. Sezgin'in görev tanımlamasının net bi şekilde yapılması gerekirdi. Hoş Skibbe'yi getiren de sayın Sezgin değil mi?)

-Hakan Şükür ister istemez takımın lideriydi ve kimsenin buna ses çıkartması söz konusu olamazdı ama kendi iradesi dışında takımdan ayrılmak durumunda kaldı Hakan Şükür geçen sezonun sonunda.

-Takıma 3 kaptan belirlendi. Bu 3 oyuncunun da kaptanlık vasıflarını ne kadar taşıdığı çok tartışılır.(Bu konuyu ayrıca yorumlamak gerek.) 3 oyuncunun da sahada olmadığı maçlar oldu ve bu maçların sayısı hiç de azımsanmayacak ölçüye ulaştı. Peki kimdi 4. kaptan? Sabri, Arda, Lincoln, M. Topal, Servet ??? Bugün mesela sahada Lincoln varken Servet taktı bandı, oysa Berlin'de Lincoln'deydi bant, Arda'da zaten olmazdı çünkü kendisi bunu hem söylemiş hem de bir başka maçta saha içinde kendine gelen bandı başkasına yönlendirebilmişti. Sabri de sahadaydı bugün, o da daha evvel 4. kaptan olarak gördüğümüz biriydi tıpkı M. Topal gibi..

Neyse daha da uzatmayalım, kısacası futbolcuya dayalı düzen ,beklendiği üzere, müthiş bir çöküş yaşadı bu sezon. Çözümü bence birilerinin gönderilmesi ekseninde olmamalıdır. Yoksa bu iş birkaç futbolcuyla başlar, Skibbe, A. Sezgin derken Başkan A. Polat'a kadar gider. Akıllı ve stratejik bir planlama gerekli tek amacı günü kurtarmak olmayan. Hatta geleceği günden daha değerli kılıp ilk etapta onu kurtaracak.

15 Şubat 2009 Pazar

Yedi kere bile sektiremedin, Yazıklar olsun !


" Kardeşim 58 dakikada 7 gol at, yeter ki top sektirme karşımda; rencide oluyorum, küçük düşürülüyorum, gururum inciniyor yahu!!! "
Fenerbahçe yedinci golü attığında zevkten dört köşeydim inanır mısınız? Eeee "Dinsizin hakkından imansız geliyor" görüldüğü üzere...