26 Şubat 2009 Perşembe

"YÖNETİM-FUTBOLCU-TARAFTAR" ama kaçar gram?


Geçen sezonun ikinci yarısında ortaya çıkan sinerjide rolü vardı mutlaka bu tezahüratın. Bence en anlamlı taraflarından biri klüpteki ideal hiyerarşiyi yansıtmasıydı.. Yönetim - Futbolcu - Taraftar dedik geçen sene. Denklemin üç ayağında da teknik kadro yok görüldüğü üzere çünkü o dönem herkes Galatasaray'ın hocasız yürüdüğüne inanmaktaydı. Peki mümkün mü böyle bir şey? Galatasaray'daki futbolcu grubu incelendiğinde sanırım cevap kendiliğinden ortaya çıkıyor: Evet, mümkün !!
Kocaeli maçından sonra bu değerlendirme daha anlamlı olacak sanki. İktidarda pay sahibi olmak anlamında futbolcular azımsanmayacak bir güce sahip Galatasaray'da. Belki de dünyada Milan'la birlikte bu konuda başı çekiyor Galatasaray. Neredeyse yönetim kadar güçlü futbolcular, özellikle geçen seneki şampiyonluk daha da perçinledi "erk"lerini. Son 10 ayda yaşananlara baktığımızda (gerçi aşina olduğumuz durumlardı bunlar) bunu net bir şekilde görebiliriz. Peki yönetim bu konuda ne yapıyor? Futbolcuya dayalı bu düzenin devamı işlerine mi geliyor? Yoksa uğraşıyorlar da başaramıyorlar mı? Tüm bunlar tartışmalı sorular sanırım. Taraftarın ise bildim bileli pek bir rolü yok klüp içerisinde, büyük kısmının da o taraklarda bezi yok zaten. Muhtemelen en sağlıklısı da bu. Sürekli başaramasalar da, taraftarın asli görevi olan Sami Yen'i cehenneme çevirme işini yapmaya çalışıyorlar. Ama Galatasaray taraftarının da bu iktidardan pay sahibi olmayı istediğini, bu uğurda birşeyler yaptıklarını biliyorum. (En fenası 19 Mayıs 2007'deki skandaldı sanırım. İşe yarayıp yaramadığı ayrı mevzu.) Neyse, futbolcu eksenli bu yapılanmanın faydalarını ve zararlarını başka zamana bırakayım, ve İstanbul'un diğer devlerindeki durumu değerlendirmeye çalışayım.



Beşiktaş'ta çevrim başa dönmüş sanki; Taraftar - Yönetim - Futbolcu desem çok yanılmış olmam. Özellikle Çarşı'nın yarattığı ortam bunu sağladı. Gerçekten çok çaba sarfettiler, zaman zaman müthiş işlere imza attılar, önemli mesajlar verdiler ama kabul etmek gerekir ki bol reklamlı, siyasi ve popülist olarak çıktılar bu noktaya. Sonuçta Beşiktaş tribünleri geçmişten beri klubün gerçek sahibi konumundalar ve güçleri tartışılmaz. Öte yandan Beşiktaş'tan tatsız sözlerle ayrılan çok futbolcuya rastlar olduk çünkü bir futbolcu için pek de hoş bir ortam bulunmuyor Beşiktaş'ta. İktidar veya güç sahibi olmak yaratılan ortamda imkansız onlar için. Yönetim ise taraftarı mı memnun edeyim, futbolcuyu mu derdinde. Ayrıca beceriksizliklerini (ya da başarısızlık diyeyim olmazsa) telafi etmek için çırpınmaktan iktidara sahip olacak fırsatı yakalayamıyorlar bir türlü sanki.


Fenerbahçe'de yönetimin (başkanın) gücü öylesine inanılmaz ki oluşan bu anti demokratik ortamda ne futbolcunun, ne taraftarın iktidardan nasiplenmeleri çok zor. Futbolcuya düşen; parasını tıkır tıkır almak ve bunun hakkını vermek ki önemli bir kısmı başka hiç bir klüpte bu kadar kazanamayacağının farkında. Taraftara düşen ise bol bol para harcamak ve şahane stadlarında ya da televizyon karşısında rahat rahat yıldızlarını izlemek. ("rahat rahat" ikilemesi çok oturmadı sanırım, bunca yatırıma rağmen.) Ama yine de taraftarın gerek " Benim Fenerbahçem" diyorum öyle de hissediyorum yaklaşımı, gerekse " O kadar para harcıyoruz kardeşim !! Reva mı bize bu kadar zulüm" diyerek statta ya da sanal alemde seslerini duyurması sonucu, derecelendirme şu şekilde oluşuyor bence: Yönetim - Taraftar - Futbolcu

Hiç yorum yok: